28 Eylül 2013 Cumartesi

Bridget Jones's Diary

Üşengeçliğimden buraya yazmadığım bir sürü şey var. İzlediğim bu film de öyle olacaktı, ama bazı şeyler canımı o kadar sıktı ki, üşengeçliğimin önüne geçti.
Bazı filmler vardır, çok ünlüdür. İzlemediysen bile adını sık sık duyarsın. İzlemek artık bir zorunluluk haline gelir. Bu film de onlardan işte.
Kahvaltı ederken film açayım dedim, filmlerime bakarken bunu gördüm. İzledim ama kafamdaki film ile gerçeğinin alakası yokmuş. Bir kere ben Bridget Jones'ı liseli, en kötü üniversiteden yeni mezun biri sanıyordum. 32 yaşındaymış. Günlük yazdıkça her şey iyiye gidecek, bir taraftan zayıflarken bir taraftan zararlı alışkanlıklarını ve yaptığı salaklıkları bir kenara bırakacak sanıyordum. O da olmadı.
Filmi zerre kadar beğenmedim. Her film izledikten sonra yaptığım gibi filmle ilgili yorumları okumak üzere Ekşisözlük'ü açtım ve şok oldum. Çünkü herkes pek bir beğenmiş! Her şeye bok atma timi Bridget Jones'ta niyeyse kendini göstermemiş. Herkes kendini pek bir bulmuş bu hanım kızımızda.
Rene Zellweger'i pek beğenirim. Onu Miss Potter filmiyle tanıyıp çok sevmiştim. Daha sonra Down With Love filmini izledim, o da son kısmı hariç fena değildi. Bu filmde de döktürmüş kendisi. Bridget Jones'ı gayet güzel oynamış. Sanırım benim sorunum karakterdeydi. Sürekli saçma sapan hareketler yapan, kendini bilmukabele küçük düşürüp duran biri. Aşkı arıyor ama saçma sapan yerlerde. Tam bir kazanova olan patronuna çabucak kanıp onunla ilişki yaşamaya başlıyor, bu arada kendini sürekli küçük düşürmekten de asla geri durmuyor. Bir günlük yazmaya başlıyor. Tartılıyor, kilosunu yazıyor falan. Kendisi toplu bir insan. Gerçi bana göre gayet iyiydi.  
Bu arada sigarası alkolü de eksik değil. Filmlerde karakterlere deli gibi sigara içirmelerini hiç ama hiç hoş bulmuyorum. Tamam, gerçekçilik katmaları lazım ama, bana göre sigara gibi iğrenç bir şeyin kesinlikle desteklenmemesi gerekiyor. Nedir bu sigara nefreti derseniz, bu aralar sigara hastalık etyolojisinde o kadar çok karşıma çıkıyor ki iyice nefret ettim.
Her neyse, filmin başından beri gördüğümüz Colin Firth ise meğersem Bridget'in gerçek aşkı mıymış sana? Gayet başarılı, yakışıklı, biraz soğuk (bence bu soğukluğu ona çok kool hava veriyordu) ama tam bir beyefendi. Ve ilginç bir şekilde Bridget'tan hoşlanıyor, hem de "tam olduğu haliyle". Sanırım filmde bana en gerçek dışı gelen şey bu oldu. Böyle adamlar, gerçek hayatta asla Bridget gibi kadınlara bakmaz. Ama ne yaparsın işte, romantik komedi.
Birbirlerine bir türlü kavuşamayan karakterler de saç baş yoldurucu unsurların başında geliyor. Biri birine gider tam açılacakken başkası gelir, diğeri gider onu sevdiğini söyler bu sırada ailesi başkasıyla nişanını ilan eder, artık filmin son dakikasıdır kavuşmaları an meselesidir, fakat oğlan kızın günlüğünü görür ve tekrar gider, artık son saniyelerde ben kafamı duvara vuracak seviyeye gelmişken nihayet kız baldır bacak koşarak-filmde yaptığı salaklıkların yanında bu yaptığı solda sıfırdır- esas oğlanı bulur ve nihayetinde kavuşurlar.
Film kitap uyarlamasıymış. Ve ben eminim ki kitabını okusam çok beğenirim. Kitap uyarlaması filmleri izledikçe yapmayın etmeyin diyorum, daha fazla uyarlama çekip kitapları katletmeyin. Ama nerede? Konu sıkıntısı çekildiği sürece kitaplar da sinir bozucu filmler haline getirilmeye mahkum edilecek. Bir de utanmadan film afişlerini kitap kapaklarına basmıyorlar mı, işte ben o kapakları yırtıp atmak istiyorum.
Filmde beni en çok sinir eden noktayı söylemeyi unuttum. Televizyonculuğa soyunan kızımız, avukat olan esas oğlanın bir davasında röportaj yapmak amacıyla mahkemeye gider. Sinir bozucu olan kısım bu değil ama, davanın içeriği. İngiliz bir hanımın eşi olan "Kürt özgürlük savaşçısı" sürülmek istenmekte, fakat ülkesinde idam edileceği için onun ülkede kalmasına çalışılmaktadır. Ülkesi söylenmese de gayet güzel anlaşılmaktadır. Bu ve bunun gibi ufak tefek göndermeler de beni deli etmektedir. Böyle şeyleri gördükçe yabancılara olan sinirim artıyor; onlara, film olsun dizi olsun bilim olsun onların ürünlerine bu kadar muhtaç olduğumuzu gördükçe kendimize olan sinirim kat kat daha fazla artıyor.
Bu arada filmin müzikleri güzeldi, ona laf edemem işte.
Öyle işte, filmi sinir ola ola izledim. Öte yandan, filmi izlediğime hiç mi hiç pişman değilim. Çünkü beni Colin Firth gibi bir ilahla tanıştırdı. Ben bu adamı yıllarca nasıl bilememişim? Hiç mi filmine denk gelmemişim? Kings Speech filmi bilgisayarımda var ama böyle bir adamın oynadığını bilmiyordum ki izleyeyim.
Artık filmlerini indirip izlemek şart oldu.


23 Eylül 2013 Pazartesi

Yaz Tatili

Evet, bu sene de en hızlı geçen üç ay bitti ve ben üç hafta önce okula başladım.
Genel olarak sakin aman güzel bir yaz geçirdim diyebilirim.
Bu sene yeni bir heyecan olarak aldığımız minicik bahçemizle ilgilendik bol bol. Haftanın en az üç gününü orada geçirdik, ürünlerini topladık, akşamları sessiz sakin oturduk. Hem bu sayede ailecek hiç olmadığımız kadar birlikte olduk.
Bunun dışında çerez kitaplar da olsa bol bol okudum, bol bol izledim. Ders çalışacağıma dair kendime verdiğim sözü yerine getirmedim, her yaz olduğu gibi.
Beş günlüğüne bir arkadaşımla ufak bir tatil yaptık; onun dışında deniz de görmedim, bir yere de gitmedim. Bir iki kez arkadaşlarımla buluştum(zaten yaşadığım şehirde ancak ilkokul arkadaşlarımı bulabiliyorum.).
Genel olarak sıkıldığım yazların aksine güzel bir yazdı, zaten evden ayrılmak da her zamankinden zor geldi bana.
Zaten bir geldim, kendimi yoğun bir temponun içinde buldum. İki haftada yetmiş saat ders işleyip hemen bir ara sınava girdik. Neyse ki kliniğe geçince rahatladık ama stajyer doktor olmayı pek sevmedim. Bir kere devamsızlık şansın yok, daha ne olsun.
Her neyse, geldiğimden beri pek gezmedim de. Birkaç kez Bahçeli'deki The Bigos'a gittim, haftasonu kendi kendime İkea'ya gittim, onun dışında yurt için bol bol ıvır zıvır almak için bir milyoncu dolaştım.
Bu arada birkaç da film izledim, onları bir ara yazarım umarım.