29 Nisan 2012 Pazar

Gizli Anların Yolcusu

Bugünden itibaren ders çalışmam gerektiği için öğleye doğru Milli Kütüphane'ye yollandım. Bizim oradan Bahçeli dolmuşları var, o yüzden rahatça gidebiliyorum. Giderken tezgaha açılmış kitapları gördüm ve dayanamadım aldım bir tane. Biliyorum kötü bir şey, ama tüm kitapları orijinal alamıyorum malesef.
Milli'ye gittim, birkaç saat çalıştım. Sonra uykum geldi, kitabı okumaya başladım. Ve başlamamla bitirmem bir oldu.
Ayşe Kulin'in Adı:Aylin, Veda ve Umut kitaplarını okudum. Anlatımını seviyorum. Akıcı yazıyor kitaplarını. Bu kitabı da akıcı gidiyor. Sonrası spoilerdır.
Kitabın baş karakteri İlhami bundan üç sene önce çocuklarından birini kaybetmiş bir yayınevi sahibi. Maddi durumu iyi, karısı da uzun tedavilerin ardından yeni yeni kendine gelmekte. Ve fakat uzun yıllardır süregelen bunalımlar neticesinde birbirlerinden uzaklaşmışlar. İlhami de sarhoş olduğu bir gün ortağı Handan'la yatıyor. Böylece bir hatalar zinciri başlamış oluyor. Handan'ı sevmiyor aslında, zaten kısa sürede bitiyor bu seks arkadaşlığı. Esas olay yayınevinde çalışan Bora ile başlıyor. Bora yayınevinin sessiz sakin, kendi halinde, çalışkan grafikeri. Bir gün İlhami Bora ile bir iş seyahatine çıkıyor ve olanlar oluyor. Bu ikili aşk yaşamaya başlıyor. Bence kitapta buradan sonrası tepetaklak gidiyor.
Kadınları seven, gayet de heteroseksüel olan İlhami'nin bir gecede böyle değişim geçirmesi bence olmamış. Adım adım gidilse, yavaş yavaş verilse tamam ama bir anda, bir gecede sadece bir öpüşle her şeyin gelişmesi; hele ki İlhami'nin ısrarla daha önce hiç böyle bir deneyim ve haz yaşamadığını ısrarla dile getirmesi hiç gerçekçi değil. Zaten Bora da çok saçma biri gibi yansıtılmış. Doğu'da bir ilde yaşayan, küçükken tarikatte tecavüze uğrayan Bora(esasen Bedri), askerden sonra kendine sahte kimlik yapıyor ve evden kaçıyor.
Ve Bora kitapta paragöz ve açgözlü, İlhami'yi sürekli sömürüyor. İlhami ona sürekli hediyeler alıyor, bildiğin metres yani. Bence bu hoş değil. Bora'nın gay oluş şekli de. Bilmiyorum, bir homofobiklik var sanki.
Arada yapılan siyasi eleştiriler hoştu tabi.
Neyse, kitabı bir çırpıda okudum ama o kadar beğenmedim. Tabi ki bu, Ayşe Kulin'in diğer kitaplarını okuma isteğimi söndürmedi.
Bu arada HOT bittikten sonra boşluğa düştüm, kafam hep dağınık. Haftasonu ders açısından pek verimli geçmedi, huzursuzum.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Gösteri ve Gösteri Yemeği

Sene boyunca yapılan çalışmaların neticesinde dün akşam nihayet gösterimiz vardı.
Önceki bir hafta boyunca genel çalışmalarda süründük. Okul olmayınca 10'dan 6'ya, okul olunca 5'ten 11-12'lere kadar çalıştık.
Gösteri günü 4 saat öncesinden kulislere doluştuk. Kıyafetlerimizi giydik, makyajımız yapıldı(bir ton makyaj yapılıyor çok kötü).
Bizim ekip dördüncü sıradaydı.
Gösterilerde genelde eğlenilir, hata yapılsa da güzeldir. Ama ben eğlenemedim. Gülmek çok önemli, güldüm ama çok gülemedim. Bilmiyorum neden.. Zaten önceki günden beri bende kötü hisler vardı. Hani tatlı bir heyecan olur ya, bende yoktu. Bendeki tatsız duygulardı.
Tabi ki acayip terledik. Gösteriden önce kuliste beklerken bir sürü fotoğraf çektirdik. Birini koyuyorum. İşte bendeniz Hakkiş Girl(Ekibim Hakkari idi onu söylemeyi unuttum.).
Gösteriden sonra Neva Palas Otel'de gösteri yemeğimiz oldu. Kızlar kuliste koştur koştur hazırlandık. Taksilere doluştuk ve 9 gibi oraya gittik. Bu sene mezun olacak dört kişiye(ki biri bizim ekibin çalıştırıcısı) hediyeleri verildi, pasta kesildi. Yedik içtik oynadık. Ben daha az oynadım, çünkü hem yorgundum hem de topuklular beni mahvetti. Çok az giydiğim için giyince çok kötü oluyorum.
İçimde kötü hisler var neden bilmem. Bittiği için boşluğa mı düştüm, sınava çok az kalıp daha doğru düzgün ders çalışmadığım için strese mi girdim, gösteri kötü geçtiği için mi mutsuzum bilmiyorum. Belki hepsi birden. Belki de  mezunları görünce her şeyin bir bitişi olduğunu fark ettim; her okul, her birliktelik, her ömür bir gün bitiyor..
Bunları düşünmeyip ders çalışmam lazım artık..

22 Nisan 2012 Pazar

Dönülmez Akşamın Ufkundayız

Bugün de bir klasik olarak HOT'um vardı. Saat 15.15 gibi bitti, 18.30'da da tiyatroya gidecektim. Aradaki yaklaşık üç saatlik boşlukta önce okulda kalıp ders çalışayım dedim, ama tam oturmuşken heves geldi, Kızılay'a gittim. Önce Otantik'te salata yedim, sonra Ardıç Kafe'ye gidip çay içtim. Orada notumu çıkardım okumak için, ama doğal olarak pek odaklanamadım. Biraz yan masayı dinledim ayıptır söylemesi :)
Oda tiyatrosuna ikinci gidişim bu. İlkinde de Krem Karamel'e gitmiştik. O oyunu çok beğenmiştim bu arada.
Oyunda iki kardeş bir araya gelip anılarından bahsediyorlar. Hayatlarını baştan sonra tekrar yaşıyorlar sanki.
Oyunculuklar o kadar iyi ki, sanki gerçekten iki yaşlı insanı salonda izliyorsun. Erkek oyuncu oynadıkça dedem canlandı gözümde.
Anılar, acılar, evlatlarla araya giren mesafe, gidene duyulan özlem, ölüm korkusu.. Hepsi harmanlanıp koyuluyor önümüze. Oyun boyunca çalan birbirinden güzel plak kaydı Türk Sanat Müziği eserleri de cabası. Bir ara kadın oyuncu Sessiz Gemiler şiirini okudu ki pek şiir sevmeyen ben bile çok etkilendim.


Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatin ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Kısacası bu oyun güzeldi, gidip görülmeli. Bir de sevdikler aranmalı, onlarla ilgilenilmeli; vakit geçip onlar kaybedilmeden.


21 Nisan 2012 Cumartesi

One Day

Bir iki hafta önce One Day'in filmini izledim. Sonra da kitabını aldım okudum. Bu arada okumayan/izlemeyen varsa, bundan sonrası spoilerdır benden söylemesi.
Hikaye o kadar romantik, o kadar romantik ki anlatamam. Üniversite mezuniyetinde(daha doğrusu 15 temmuz) tanışan Emma ve Dexter o geceyi birlikte geçirir-yatmıyorlar ama- ve bundan sonra arkadaş olurlar. Her sene 15 temmuzu anlatıyor kitap/film.
Dexter tahmin edilebileceği üzeri uçarı biri. Emma'ysa ona tabi ki aşık ama işte bir araya gelemiyorlar. Çünkü adam tam bir piç. En sonunda adam düzelip bir araya geldiklerinde ise kısa bir mutluluktan sonra Emma ölüyor.
Temposu biraz ağır, hem kitabın hem filmin. Yine filmiyle çokça örtüşen bir kitapla karşılaştım ve şaşırdım. Ama tabi ben Emma olarak Anne Hathaway'i seçmezdim. Pek İngiliz'e benzetemedim kendisini. Jim Sturgess ise tam bir yakışıklılık abidesi! Onu da etiket yaptım heheh :) Filmlerini izleyeceğim dikkatle :p
Aşırı derecede yakışıklı olmasını bir kenara bırakırsak, Dexter tam bir aptal. Hayatını bile bile mahveden sarhoşun teki. Onu senelerce seven Emma'ya da diyecek sözüm yok.
Uzun bir süre de romantik kitap okumam artık(film izlerim o ayrı).

Fasıl

Bu akşam fasıl yaptık Sakarya Caddesi'ndeki Çıngı'da. Uzun zamandır-1.5 yıl kadar- içmiyordum, bu gece üç duble rakı içtim. Ve bir kez daha anladım ki ben içkinin tadını sevmiyorum, içtikten sonra midemde oluşan mayhoş duyguyu sevmiyorum, o içkilere o kadar para bayılmayı hiç mi hiç sevmiyorum. Şimdiye kadar yeterince içip yeterince sarhoş oldum.
Daha da içmem..İşte kırk yılda bir, çok az içerim ama onun dışında şu anda alkolden uzağım.
Zaten altı kişiydik, dört erkek iki kızdan biz iki kız içtik. O da ayrı komik :)
Dikkat çekici olan şeyse cuma gecesi olmasına rağmen mekanın çok boş oluşuydu. Bir de çalgıcıların masa masa dolaşmasındansa ortada adam gibi çaldığı bir yere gitmek daha iyi sanırım. Çıngı benden düşük puan aldı.
Onun dışında sevdiğim arkadaşlarımlaydım güzeldi, gecenin sürprizi kaldırıma park eden arkadaşın arabasının çekilmesiydi. Türközü'ne gidip otoparkından arabayı aldık, orayı da görmedim demem artık :)

20 Nisan 2012 Cuma

Hayal Kahvesi

Bu sefer bir değişiklik yaptık ve Büyükşehir Belediyesi'nin tiyatrosuna gittik. Tiyatro Gençlik Parkı'nın içinde, bu sebeple Gençlik Parkı'nı da görmüş oldum. Ne yalan söyleyeyim, güzel olmuş. Fakat o güzel çiçeklere, banklara, su gösterilerine bakarken insan "Acaba kim ne rant sağladı bu işlerden?" diye düşünmüyor değil.
Hayal Kahvesi ortaoyunuydu. Oturma düzeni alışılmışın dışındaydı, yuvarlak masalara minicik taburelerle oturduk. Eski zaman kahvehaneleri gibiydi biraz aslında. Zaten amaç da onu canlandırmakmış. Eskiden oyunlar kahve kahve, il il gezerlermiş. Bunu öğrenmek hoş tabi, ama ben pek zevk almadım küçücük taburede iki büklüm oturmaktan. Belim ağrıdı ve bacaklarım uyuştu kısa sürede. Neyse ki oyun kısaydı da çilem çabuk bitti.
Oyunun ilk kısmında tiyatro vardı. Karakterler komikti, kimi zaman seyircilere de laf attılar. Laf atış biçimleri hoş değildi ama. Fiziksel özelliklerini aşağılayıcı laflar etmediler değil. Ha bir de, bir yerde kuş vurdular ve maket kullanmak yerine şu tüyleri yolunmuş tüm tavukları tercih ettiler. Bunlar hoş şeyler değildi.
İkinci kısımda da Hacivat-Karagöz izledik. Ben hayatımda ilk defa izledim ve eğlendim. Tabi uzun olsa insanı sıkar bu da, ama dozunda olunca gerçekten iyi.
Gittim, eğlendim; ama sorsalar bir benzerine gitmek ister misin diye, eeeh yok ben almayayım derim. Bir kere yeter.

19 Nisan 2012 Perşembe

Barış

Bu aralar Tunalı tarafına yolum çok düşer oldu. Bugün yine Akün'deydim. Bir oyunu ilk defa en önden izledim. Yine söylüyorum, Akün'ü çok seviyorum.
Oyuna gelirsek.. Oyuncular oynarken nasıl eğleniyorlar anlatamam. Onların enerjisi izleyiciye de yansıyor tabi. Yer yer belaltı ve ucuz espriler vardı, ama güzel dokundurmalar da yaptılar. Bol bol güldüm. Fakat..
Oyunun bir sonu yoktu sanki. Bir yere varmadılar yani. İlk perdede gök katlarına çıkıp Barış Tanrıçası'nı indirdiler. İlk perdenin sonunda bitse olurmuş. Gerçi ikinci perdede söyledikleri şarkı çok hoştu.
Ama gerçekten, oyunun eksikliği bir yere varamaması ve oyun içerisinde kısa kısa olmasına rağmen doğru düzgün bir mesajının olmamasıydı.
Bir ara oyunda tüm oyuncular, hatta piyanist bile kahkahalara boğuldu. Bu arada, Barış Tanrıçası'yla gelen beyaz paçalı güvercinler çok sevimliydi. Oyunun kalanında hep sahnedelerdi. Hele bir tanesi, ne oyuncuları ne ışıkları umursadı; sahnede tıpış tıpış yürüdü durdu.
Sonuç olarak, gittiğime memnunum.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Hoş Gelişler Ola

Bugün yine okuldaki kulübün getirdiği tiyatroya gittim. Daha doğrusu tiyatro gibi değil de, slayt eşliğinde coşkulu bir şekilde verdiğimiz ulusal mücadeleyi anlattı.
Utku Erişik adını ilk kez duydum ama bundan sonra takip edeceğim kendisini. Çok yönlü biri. Hayat hikayesini okuyunca zaten bir sempati gelişti bende. Aynı liseden mezunmuşuz ikimiz de.
Gösteri öncesi arkadaşım tanıştırdı beni, hocalardan falan bahsettik biraz.
Gösterisi gerçekten hoştu, o günleri yaşayarak aktardı bizlere. Tabi uzundu, ilk yarıdan sonra çıkanlar da oldu.
Daha sonra isteyenlerin kitabını imzaladı, ben de imzalattım tabi ki. En kısa zamanda okumayı planlıyorum.


17 Nisan 2012 Salı

Prof. Dr. Metin Feyzioğlu


Üyesi olduğum kulüp baro başkanıyla söyleşi ayarlamış. Ben de pek fikrim olmayarak gittim. Beklediğim yaşlı başlı biriyken çok genç biriyle karşılaştım. Metin Feyzioğlu sadece 43 yaşında ve yaşından da küçük gösteriyor.
Çok sempatik ve esprili biri aynı zamanda. Ben karışık bir konuşma beklerken, sade bir dille biraz hukuktan, biraz ülke meselelerinden, yargıtaydan, Arap Baharı'ndan bahsetti. Verdiği bilgilerden çok önerileri işe yarar cinstendi: Sadece kendi alanımızla ilgili değil, diğer alanlarda da -örneğin sanatta- kendimizi geliştirelim, mesleğimizi ilgilendirecek kadar da olsa hukuk bilelim, okuyalım, ülkede neler oluyor takip edelim vesaire.
Alıntıladığı şu söz ise hoşuma gitti: "Her insan siyasetle ilgilenmelidir. Siyasetle ilgilenmiyorum diyen insanla gün gelir siyaset ilgilenir." Tabi siyaset demek illa ki milletvekili olmak demek değil.
Evet, gerçekten de öyle. Ülkemize uzak kalmamalıyız. Bu konunun üzerine eğilmeye karar verdim.
Söyleşiden sonra yine HOT vardı, oyna oyna öldüm yine. Bitse de gitsem diyorum. Şafak 1,5 hafta.


16 Nisan 2012 Pazartesi

Güzel Bir Pazar Günü

Bugün Kuğulu Park'taydık. Çankaya Belediyesi'nin Dünya Sanat Günü kapsamında programı vardı, onu izlemeye gittik.
Sabah önce okula gittik arkadaşlarımdan biriyle, bir iki saat çalışıp Kızılay'a yürüdük. Bir dersanenin promosyon olarak verdiği üç ağır kitabi yüklenip Kuğulu'ya kadar yürümeye çalıştık. En son dayanamayınca bir durak için otobüse bindik.
Gittik, diğer iki arkadaşla da buluşup kurulan sahneyi gören bir banka kurulduk. Bu arada yanımızda azıklarımız vardı. Börek ve simiti meyve suyu eşliğinde afiyetle yedik. Bu arada Masala adlı grup çalmaya başladı. Masala, sokak müziği yapan bir grupmuş. Aynı zamanda bazı mekanlarda da çıkıyorlarmış. Müziklerini çok sevdim, tekrar dinlemek isterim.
İşte onlar.
Sonra pandomim gösterisi oldu. Güzeldi, ama uzun sürse sıkılırdım sanırım.
Arkadaşım geçen perşembe gösterisine gitmişti, o söyledi önceden bazı yapacağı şeyleri :)
Sonra bir yağmur bastırdı, herkes kaçıştı. Biz de kaçıştık tabi. Koşar adımlarla Karum'a kaçtık. Ama hayal kırıklığına uğradık, çünkü yemek yenecek ortak alan yoktu. Kafeler vardı, onlar da bizim işimize gelmedi ve başka bir yere oturmak üzere çıktık.

Gitmişken orada da fotoğraf çektirdim tabi. Bulmuşum fırsatını, gün boyu çektirdim valla :)
Karum'dan çıktık bir baktık ki, yağmur dinmiş. Parka geri döndük, gözümüze kestirdiğimiz bir banka poşetlerimizi serip bu sefer önce kek sonra çekirdek yedik. Erzağımız tamdı yani bugün :) Kuş besledik bir de bol bol. Ben zaten hayvan beslemeyi çok severim. Serçeleri besledik besledik, bir tane de değişik bir kuş geldi. Siyah mor yeşil bir kuş, attığım simit parçalarını havada yakalayıp yiyordu sevimli şey :) Aşağıdaki de bahsi geçen sevimli kuş.
Biraz daha oturduk, bu arada bir ara hava güneşliyken yağmur yağmaya başladı. Öyle olunca cennette düğün oluyor derlermiş. Son bir fotoğraf da güneşli Kuğulu Park.

Sonunda da yine Kızılay'a kadar yürüyüp dağıldık. Sinemaya gidecektik gerçi ama uygun seans bulamadık. Böylece güzel bir gün geçirmiş olduk.

15 Nisan 2012 Pazar

Cumartesi Çıkması

Bugün uzun ve yorucu bir HOT çalışmasından sonra ekipçek Bahçeli Friends'e gittik. Çalıştırıcımızın doğum gününü kutladık. Değişik insanlarla değişiklik yaptım. Hem uzun zamandır gece dışarı çıkmıyordum, biraz canlı müzik dinleyip oynamış oldum. Tabi sonrasında ölü gibi uyumuşum :)

14 Nisan 2012 Cumartesi

Yastık Adam

Akün Sahnesi'ni çok seviyorum. Hem yer, hem de yapı olarak çok iyi. Bugün ben biraz erken varmışım oraya. Baktım vaktim var, Kuğulu Park'ta oturdum biraz. Çankaya Belediyesi'nin Dünya Sanat Günü kapsamında etkinlikleri var. Ben de bugünkü perküsyon konserini ucundan kıyısından dinledim.
Yastık Adam'a gelince.. İzlediğim en iyi oyundu diyebilirim. Ben ne kadar bilirim orası ayrı ama, gerçekten çok güzel bir oyundu. Öyküler müthişti. Birbirlerini ve oyunu tamamladılar. Karakterler müthişti. Dekor, ışıklandırma müthişti. En önemlisi oyunun kendisi, senaryosu müthişti.
Dört oyuncunun dördü de mükemmel oynadı. 
İnsanı bolca düşünmeye sevk eden, müthiş bir oyundu. Öyküleri başka bir yazıda yazacağım tekrar. Pek ayrıntı vermediğimin farkındayım.
Oyundan sonra da Kızılay El Paso'da oturduk, arkadaşımızın doğum gününü kutladık ve dolu dolu bir gün daha geçmiş oldu.


13 Nisan 2012 Cuma

The Hunger Games

Açlık Oyunları üçlemesinin ilk kitabını yarıyıl tatilinde okudum. Bir gecede bitirdim ama ikinci kitap sarmadı pek, bıraktım ben de. Pek yaptığım bir şey değil aslında yarım bırakmak serileri. Artık kalanını yaza okurum.
Kitap günümüz dünyasının çok çok abartılmış halinde geçiyor. Kapitalist düzen, kaynakları için ezilen sefalet içindeki mıntıkalar, onların bağımsızlık isyanları ve baştaki Capital(ya da Capitol, emin olamadım şimdi)... Her sene yapılan açlık oyunları. 12 mıntıkanın her birinden biri kız biri erkek iki kişinin seçilip oyun kurucularca düzenlenen alanda ölümüne savaşması. Kazanana sayısız ödüller ve mıntıkasına o yıl boyunca fazladan yiyecek. Kitapta oyunlara o sene kahramanımız gider, sonra olaylar gelişir.
Çok çok abartı olduğunu tekrarlamak istiyorum. Yine de kendini okutuyor. Kahramanımız Katniss'i sevdim. Fakat yine bir aşk üçlemesi olacak sanırım, işte bunu sevmedim. Okuyup göreceğim.
Bu sene sinemaya çok az gittim. Açlık Oyunları sanırım ikinci gidişimdi. Saati uyuyor diye Kentpark'ta izledik ve Kentpark'ın sinemasına ambargo koymaya bir kez daha karar verdim. Perdesi küçücük, ayrıca Gnctrkcll indirimi de yokmuş. Oysa ki biz indirimli girelim diye en iyi arkadaşımla nasıl zor ayarladık kendimizi. Bir daha da zorunlu kalmadıkça gitmem.
Filme gelirsek, şimdiye kadar gördüğüm kitabına en sadık filmdi. Gerçi Peeta'yı daha yakışıklı seçseler itiraz olmazdı herhalde :) Ama ilginç bir şekilde kısa geldi bana. Yani iki saat sürdü ama bu tarz filmler üçten aşağı sürmezdi. Biraz daha uzun olabilirmiş. Onun dışında Capitol halkını gösteriş şekillerine bayıldım. Katniss'i oynayan kızı beğendim, Gale'i tek geçiyorum, genel olarak güzel bir filmdi.
Uzun ve yorucu bir HOT çalışmasından sonra koltuklara gömülüp film izlemek iyi geldi. Sinemayı da özlemişim, onu fark ettim. Şimdi de şöyle güzel fantastik ya da macera filmine dev gibi bir perdede gidesim var.

12 Nisan 2012 Perşembe

Sersem Kocanın Kurnaz Karısı


Bugün Küçük Tiyatro'daydık. Küçük Tiyatro'ya en son geçen sene Soğuk Bir Berlin Gecesi'ni izlemek için gitmiştik. Yapı olarak Devlet Opera ve Balesi'nin binasıyla çok benziyor burası. Muhtemelen aynı zamanlarda, aynı kişilerce yapılmışlardır. Ve ya biz çok önlerdeydik, ya akustik çok iyiydi, ya da oyuncular gırtlaklarını patlattılar. Ses çok iyi duyuluyordu.
Oyuna gelince.. Güzeldi. Güldük bol bol. Gerçi yorumlara baktım, pek beğenilmemiş. Ben her şeyi beğeniyorum sanırım.
Oyunun hikayesini yazmıyorum buraya, ama şunu söylemeliyim ki en çok yukarıdaki resimdeki erkek oyuncu güldürdü beni. Oyun gereği Ermeni aksanı vardı bazı oyuncularda, oyunun başlarında odaklanıp anlamakta zorlandım biraz. Yine cımbızla çekebildiğim bazı sözleri yazayım: "Aşkın zevki bir ay sürer, çilesiyse bir ömür boyu" "Gülmesini bilmeyen düşünmesini de bilemez." "Para denilen bok bu vilayette yok." Sözler oyunun içinde değerlendirilmeli, çünkü orada anlam buluyorlar ama tek başlarına anlamları da hayat dersi verebilir nitelikte olabilir.
Başka ne diyeyim bilmiyorum, şu an biraz yorgunum.
Yorgunum ve tiyatroyu seviyorum.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Salvador Dali

Çılgın dahi Salvador Dali!
Bugün Cermodern'e sergisine gittik. Cermodern güzel bir yermiş, bundan sonra programlarını takip edip sergilerine gitmeyi planlıyorum.
Dali sergisinde asıl eserler değil, baskılar vardı. Ama bana dense bunlar esas resimler, hiç yadırgamam. Sergide Gala'yla Akşam Yemeği ve İlahi Komedya eserleri vardı.

Resimden anladığımı söyleyemem, bana Atreg sunumunda anlatıldığı kadarını biliyorum(sağolsun Nezaket). Yine de az bilgimle zevk almayı başardım resimlerden. Bazı resimleri duvara kocaman kocaman koymuşlar. Eh, biz de geçtik resim çektik önünde. Gerçi resim çekmek yasakmış, ama herkes çektiğinden ben yasak olduğunu anlayamadım.
İlk resimdeki İlahi Komedya'nın cennet kısmından, melek zannımca. Ayrıntısını tam bilmiyorum, çünkü okumadım. Yazdım kenara, İlahi Komedya'yı okuyacağım.
İkinci resimde de cehennem kısmından, üç başlı köpek. Cehennemin dokuz katı varmış, bu köpek de o katlardan birindeydi ama hangisi olduğunu unuttum.
Sergiden çıkınca oradaki dükkana girdik, fiyatları görünce gözlerimiz pörtleyerek çıktık.
Bu da gittiğim ilk sergi olarak kayıtlara geçsin.

8 Nisan 2012 Pazar

Kerbela

Dün adrenalinli geçti önce. Oyun 15.00'da Cüneyt Gökçer sahnesindeydi. Sıhhiye'den 14.00'da bindiğimiz dolmuş tam 14.57'de indirdi bizi. Tüm Ankara dışarıdaydı sanki. Bir de birkaç yerde birden yol çalışması ya da kaza olunca trafik iyice kilitlendi. Dolmuş yolculuğu tam bir stres yumağıydı. Bir de ben kızları 10 dakika beklettiğimden geç kalınırsa benim suçum olacaktı. Neyse ki dolmuştan iner inmez koşturduk, nefes nefese popomuzu koltuğa koyduktan hemen sonra oyun başladı.

Öncelikle söylemeliyim ki, gittiğim en güzel oyunlardan biriydi. Kerbela olayını tam bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Ve sadece Kerbela'yı değil, Ali'nin ölümünden başlayarak -atlayarak da olsa- anlattı hikayeyi. Bunu da çok güzel bir şekilde yaptı. Gerek oyunculuklar, gerek müzikler, gerek kostümler, gerekse -en çok bunu beğendim- ışık çok iyiydi. Oyuncu kadrosu kalabalıktı, o yüzden bence yeteneklerini tam anlayamadık, ama anlayabildiğimiz kadarıyla bile beğendik. Hepsi uyum içindeydi ve yüreklerimizi dağladılar. Oyun sırasında birkaç damla süzüldü gözlerimden. Arkadaşımın dediğine göre arka sıramızda biri hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş. Herkes az ya da çok etkilendi bu oyundan. Birçok yeri yazılmaya değerdi, ancak ben kayıt altına almakta zorlandığımdan beni etkileyenlerden üç cümleyi alabildim: "Mevsimler döner durur, ama aynı bahar iki kez yaşanmaz." "Artık dost da içimizde, düşman da." "İnsan yaptıklarıyla yaşar, ve inandıklarıyla." Bunlar tabi oyun içinde anlamını buluyor, ama ben cımbızla seçip kendi hayatıma da entegre ettim.
En çok da oyunun sonundaki cümle beni etkiledi: "Zulmün karşısında sadece iktidarda olanlar değil, günü kurtarmak için sessiz kalanlar da suçludur."
Bize ne kadar uyuyor, değil mi?

6 Nisan 2012 Cuma

The Change-Up

Gün boyu odamı toparlamaktan başka iş yapmadım, madem çalışamadım bari akşamı güzel kapatayım dedim ve The Change-Up'ı izledim.
Ryan Reynolds'a bayılıyorum! Onun her filmini ikişer kez izleyeceğim sanırım bu gidişle. Bu filmi açarken kimin oynadığını bilmiyordum gerçi. Çerez olsun diye romantik komedi seçtim.
Bir diğer başrol Jason Bateman da sempatik biri. Gerçi onu Fast Track'te izlerken hiç sempatik dememiştim ama.. İşte rolden role sempati derecesi değişiyor :)
Klasik vücut değiştirme hikayesi, zamanla alışma, sonra kendi hayatının iyisi olduğunu fark etme falan. Klasik bir film ama ben seviyorum.
Film eleştirim de bu kadar olur benim zaten.
Ayrıca Ryan Reynolds'ı etiket bile yapıyorum anlaşılsın hayranlık derecem =P


5 Nisan 2012 Perşembe

İlk olarak..

22 yaşındayım. Bu yaşıma gelene kadar bomboş yaşamadım. Kendime bir şeyler kattım. Katmak derken sadece kültürel manada demiyorum. Öyle entel takılan biri değilim zaten.
Yaptığım şeyleri kayıt altına almadım. Ve şimdi geçmişe dönüp baktığımda yaptıklarımın hepsini hatırlayamadığımı fark ettim. Hayatımın geri kalanında da aynı şeyi yaşamamak için bu blogu açtım.
Bundan sonra gittiğim yerler, okuduğum kitaplar, katıldığım etkinlikler, izlediğim filmler ve şu an aklıma gelmeyen yaptığım şeyleri buraya aktaracağım.
Bunları yaparken fotoğraf kullanamayacağım bir süre-çünkü makinem yok-, fakat makine edinir edinmez fotoğraflarla beraber anlatmaya başlayacağım.
Sanırım şimdilik bu kadar.
Bugün ne yapacağıma gelirsek, tüm gün yurtta önce odamı toparlayıp sonra ders çalışacağım.