13 Nisan 2012 Cuma

The Hunger Games

Açlık Oyunları üçlemesinin ilk kitabını yarıyıl tatilinde okudum. Bir gecede bitirdim ama ikinci kitap sarmadı pek, bıraktım ben de. Pek yaptığım bir şey değil aslında yarım bırakmak serileri. Artık kalanını yaza okurum.
Kitap günümüz dünyasının çok çok abartılmış halinde geçiyor. Kapitalist düzen, kaynakları için ezilen sefalet içindeki mıntıkalar, onların bağımsızlık isyanları ve baştaki Capital(ya da Capitol, emin olamadım şimdi)... Her sene yapılan açlık oyunları. 12 mıntıkanın her birinden biri kız biri erkek iki kişinin seçilip oyun kurucularca düzenlenen alanda ölümüne savaşması. Kazanana sayısız ödüller ve mıntıkasına o yıl boyunca fazladan yiyecek. Kitapta oyunlara o sene kahramanımız gider, sonra olaylar gelişir.
Çok çok abartı olduğunu tekrarlamak istiyorum. Yine de kendini okutuyor. Kahramanımız Katniss'i sevdim. Fakat yine bir aşk üçlemesi olacak sanırım, işte bunu sevmedim. Okuyup göreceğim.
Bu sene sinemaya çok az gittim. Açlık Oyunları sanırım ikinci gidişimdi. Saati uyuyor diye Kentpark'ta izledik ve Kentpark'ın sinemasına ambargo koymaya bir kez daha karar verdim. Perdesi küçücük, ayrıca Gnctrkcll indirimi de yokmuş. Oysa ki biz indirimli girelim diye en iyi arkadaşımla nasıl zor ayarladık kendimizi. Bir daha da zorunlu kalmadıkça gitmem.
Filme gelirsek, şimdiye kadar gördüğüm kitabına en sadık filmdi. Gerçi Peeta'yı daha yakışıklı seçseler itiraz olmazdı herhalde :) Ama ilginç bir şekilde kısa geldi bana. Yani iki saat sürdü ama bu tarz filmler üçten aşağı sürmezdi. Biraz daha uzun olabilirmiş. Onun dışında Capitol halkını gösteriş şekillerine bayıldım. Katniss'i oynayan kızı beğendim, Gale'i tek geçiyorum, genel olarak güzel bir filmdi.
Uzun ve yorucu bir HOT çalışmasından sonra koltuklara gömülüp film izlemek iyi geldi. Sinemayı da özlemişim, onu fark ettim. Şimdi de şöyle güzel fantastik ya da macera filmine dev gibi bir perdede gidesim var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder